Tulin Kaynak, 20 yıldan fazla bir süredir çalışmalarına devam ettiği İstanbul’da yaşıyor. Soyut bir ressam olan Kaynak’ın eserleri New York, Paris, Tokyo, Forli, Venedik ve Londra’nın aralarında bulunduğu pek çok uluslararası ve yerel sergilerin yanı sıra müzelerde yer almıştır. UNICEF dahil bir çok kuruluşla da sosyal sorumluluk ortaklığını sürdürmektedir.
Tulin Kaynak’ın Eserleri Üzerine
Bir sanatçının nasıl yapıtlar üreteceğine karar vermesi, ilk anda çok da bilinçli olmayabilir. Bu karar süreci başlangıçta rastlantılara bağlı olmakla birlikte, giderek insanın kendisini tanımasının ve yetilerini kullanabilme becerisine erişebilmesinin eseridir. Böylece, örneğin bir ressamın önce şu ya da bu yollara yönelmesi ve sonuçta da kendi karakterini yansıtabilen bir tavrı benimsemesi, elbette uzun bir zamana gereksinim duyar. Bu söz edilen durum ise sanata yakın olan kişileri hiç şaşırtmaz ve bunun olağan bir serüven olduğu üzerinde kolaylıkla birleşilir. Çünkü neredeyse hiçbir sanatçı yoktur ki o çıktığı yolda büyük dalgalanmalar yaşamaksızın kendi eğilimini saptayabilsin.
Tülin Kaynak’ın sanatı da bu süreçten bağımsız değildir kuşkusuz. O da ilk adımlarda, birbirlerinden farklı eğilimdeki ressamların atölyelerinde bazı denemelerde bulunmuş, sanat tarihine ilgi duymuş ve soyut resme ulaşmıştır. Fakat şu var: Onun her döneminde, hangi tür resmi denerse denesin değişmeyen tek şey, kendi özgürlüğünü sonuna kadar kullanma isteğidir. Hatta bir röportajda, Mehmet Güleryüz’ün ona şöyle bir şey söylediğini aktarır: “Ben sana özgür olman lazım diyorum, sen pencereyi açıp kafa üstü atlıyorsun.”
Pencereden kafa üstü atlamaya varan bir özgürlük isteği… Tülin Kaynak’ın, resme başladığından beri bu duygudan kurtulamadığı açıktır. Birtakım olayların, alışılmış kavramların, öğrenilmiş bilgilerin hep bir sınır koyduğunu düşünür ve kendisini bunların dışına atmak ister. Yine aynı röportajda şunu der: “Sınırlardan hoşlanmıyorum. Herhangi bir sınır bile bana taklit gibi geliyor. Devamlı özgür ve açık bir çalışma fikrini benimsiyorum. Günlük olaylar bile girmiyor resmimin içine, çünkü beynimizin içi çözemediğimiz şeylerle dolu.”
Ve işte o, kendi yaşam biçimini oluşturan bu karakterini belli ki tam anlamıyla soyut resimde keşfetmiştir.
Tülin Kaynak’ın “beynimizin içi çözemediğimiz şeylerle dolu” cümlesi üzerinde durmak gerekir. Öyle ki bu cümle bize hemen çevremizdeki tüm olguları, alışkanlıkları, yarar ve zarar hesaplarını, işlevi ve işlevsizliği, iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı ve daha bunlar gibi pek çok tanımı aşan, bunların dışına çıkıp “olmadık yerler”e yönelen bir zihni işaret eder. Peki başıboş kalmış bir zihin nerelere doğru hareketlenir? Buna kesin bir yanıt veremiyoruz. Oysa şunu biliyoruz: Zihin, kendi olanaklarını özgürce harekete geçirdiğinde, arzuyu, hazzı ve bilgiyi o kadar geniş bir alana yayar ki artık oralarda daha önce deneyimlenmiş tek bir şeye bile rastlamak olanaksızdır. O halde sezgilerin genişlediği, yargıların kalıplardan kurtulduğu bir yerdir bu alan… Kısacası, “beynimizin çözemediği” yerlere doğru, yani bilinmeze doğru çıkılan bir yolculuktur.
Sonuçta Tülin Kaynak’ın sanatı üzerine birkaç şey söylemek istiyorsak, onun soyuta olan ilgisini bu bilinmezlik merakına bağlamamız yerinde olacaktır. Bu ilginin bir serüvene açılma arzusunu yükselteceği de kuşku götürmez, fakat bunun ötesini düşünmeyi de ihmâl etmemek gerekir. Şöyle ki: Bilinmezliğe açılma merakı, insanın kendi doğasından gelen niteliklerini düşünmesi ve oralara ulaşma arzusudur pekâlâ…
Anımsamalıyız ki soyut resmin en bilinen isimlerinden biri olan Vassily Kandinsky ile atonal müziğin yaratıcısı Arnold Schönberg arasındaki mektuplaşmalardan çıkan o ünlü cümle şuydu: “Derine, derine, daha derine…” Hiç deneyimlenmemiş yerlere doğru… “İnsan” denilen şey, kendisini ya da başkalarını tanıyabildiği sınırların çok daha ötesinde olabilir çünkü.
Emre Zeytinoğlu
LİRİĞİN SONSUZ BOŞLUĞUNDA
İnsana ve doğaya dair tüm bildiklerimiz bize yaşattıkları ve hissettirdikleri ile sınırlı olabilir. İnsan’ın ne olduğu ile ilgili deneyim ve birikim, kibirlice, kesin tanımlar vermekten uzak; muğlak bir alana doğru kayıyor. Aklın ve bilimin artan etkisine ve net buyurganlığına rağmen yaşama şüpheyle yaklaşmamızın önüne geçemiyoruz. Duyularımız, zihnimiz ve de duygulanımlarımız bu muğlak birikimin içinden kendi hakikatini kurma, yaşamda bir rota belirleme, dünyayla canlı bir ilişki kurmanın yollarını aramaktadır. Sanat dediğimiz mefhum, tam da bu insani faktörlerin bileşkesine yerleşmenin mekanıdır. Verili dünyanın yaşam için gerekli kudreti sağlamadığı zamanlarda bilinçli veya bilindışı bir kuvvetle sanat, yeni bir yaşam veya yeryüzü tarifi vermenin kaçış çizgilerinin adıdır. Sanatçı Tülin Kaynak’ın renkleri tam da bu yetmezlik hissiyatının göründüğü evrende izleyeni yaşamda tutmanın işaretlerine bakmaya çağırıyor. Rasyonel dünyanın kuşatıcılığında ve her şeyin rakamsal ifadelerle ölçüldüğü bir zamanda pentürün yüzeyinde başka bir evrenin imkanının olabileceğini gösteriyor Kaynak. Bu evren açık bir deyimle lirizmin evrenidir.
Lirik kavramı, ‘’Kişisel duyguların, iç dünyanın esin yoluyla, coşkulu ve etkili biçimde anlatılmasıdır’’ (Püsküllüoğlu, 1999, s.1055). Ressamın çalkantılı iç dünyasının renkler aracılığı ile pentürün yüzeyine akması da resimsel lirik anlatımın ifadesidir. Tülin Kaynak; unutulmuş, bastırılmış, gözden düşürülmüş bu iç dünyayı bütün canlılığı ile pentürün yüzeyine geri çağırır. Rasyonel bir metot olan perspektifi tamamen göz ardı sanatçı, insanın ruhsal hallerini öne alarak renklerin derinliğinde duygulara nefes aldırır. Kent, bina, makine, iş dünyası, gündelik hayatın monotonluğu gibi kısıtlayıcı etmenler renklerin içinde eriyerek iç dünyanın kudretine teslim eder böylece kendini. Duygu ve düşüncelere aracılık eden renk olgusu; ele gelmeyen, karanlık ve tekinsiz hallere de resmin içinde kendine bir yer buldurur. Ama sanatçı o kadar inatla yüzeyle savaşır ki renk, Wolfflin’in de deyimiyle: eserin varlığını ortaya koymasının yanı sıra anlamı oluşturan temel bir öğeye dönüşür. Bu noktada Kaynak’ın renkle kurduğu ilişki Klee’nin renge dair görüşlerini anımsatır. Klee, bir konuşmasında; ‘’…renkle biriz, rengin kendisini sahiplendiğini ve onu kovalamayı bıraktığım anda biliyorum ki beni sonsuza kadar kovalayacaktı’’, der. Tülin Kaynak’ın canlı ve çarpıcı renklerle inşa ettiği imgelerinin nitelikli sonuçları böylece lirizme kapı aralar. Resmin nasıl gelişeceğini, neyi anlatacağını önceden kestirmenin imkansız olduğu hissini veren sanatçı lirik anlatımı kendiliğinden açığa çıkarmaktadır. Bu sebeple resimlerinde spontan ve yaratıcı etkiler açık bir şekilde yakalanabilmektedir.
Anımsamalıyız ki soyut resmin en bilinen isimlerinden biri olan Vassily Kandinsky ile atonal müziğin yaratıcısı Arnold Schönberg arasındaki mektuplaşmalardan çıkan o ünlü cümle şuydu: “Derine, derine, daha derine…” Hiç deneyimlenmemiş yerlere doğru… “İnsan” denilen şey, kendisini ya da başkalarını tanıyabildiği sınırların çok daha ötesinde olabilir çünkü.
‘Göz ve Tin’ adlı kitabında Merleau Ponty, ‘Resmin bütün modern tarihinin, kendini yanılsamacılıktan kurtarmak ve öz boyutlarını kazanmak için bütün çabalarının metafizik bir anlamı vardır’ der. Modern sanatçıların (ressamların) ‘bakışını’ dışa yönelen bir bakış, dünyayla yalnızca bir ‘’fizik-optik” ilişkisi olmadığının adeta belirgin kanıtlarını sunar bize Tülin Kaynak. Resimlerinde Dünya, temsil yoluyla artık karşımızda değildir. Yine Ponty’in deyimiyle; aslında, sanki görünürün yoğunlaşması ve kendine ulaşması yoluymuşcasına, ressamdır şeyler içinde doğan… Dolayısıyla nesneden ve verili dünyanın temsilinden uzaklaşan sanatçı, duygularına sarılarak kendine doğru bir yolculuğa başlar.
Bu lirik dışavurum ressamı teknik bir bilgiyle resim yapmaktan ziyade bir resimoluşa bağlar. Tuval üzerindeki gezintileri, duraklamaları, keskin geri dönüşleri, kararsızlıkları kendi iç ritminin yansımaları olarak işler. Söze dökülemeyen anlar, tanımsız huzursuzluklar, aniden uç veren çoşkular; bilinçdışının çok dilliliğinin, kendiyle bir savaşa tutuşmanın emareleri olarak yüzeye çıkar. Resim; kendinden kaçmanın, kendini unutmanın alanı değil; kendine dönmenin, kendini tanımanın, kendiyle yüzleşmenin cesaretine hizmet etmenin varoluşsal imkanı olarak ortaya çıkar Tülin Kaynak’ın dünyasında.
Bu lirik azim ancak büyük bir yaşama isteğiyle ortaya çıkabilir. Lirik tavır bu dünyada olduğunun bilincinde olan bir tavırdır. Dış dünyanın katılığına ve rasyonalizmine bağlı hissetmez kendini. Yani edilgenlikten uzak bir tavır sergiler. Bir duygu ve eylem birliği içinde hareket eder.
Tülin Kaynak’ın tuvallerinde bu özgürlük hissi mutlak bir şekilde kendini belli eder. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi yaşamdaki donuk muğlaklığı bir avantaja çevirir. Anlık gelişen duygulanımlar, zıtlıklar ve birlikler şeklinde dalgalanır tuvalin yüzeyinde. Birbirini sıkıştıran yoğun renk alanları ani patlamalarla alana farklı tonlarda yayılmaya başlar. Maddenin bu sürekli hareketli hali canlı ve parlak ışık çıkışlarını ortaya çıkarır. Sartre’nin deyimiyle bir birine kenetlenmiş yüzlerce, binlerce başka şeyin tek yaptığı kalbi harekete geçirmek ve onu uyandırmaktır. Bu dünyada olduğunu hissettirmektir ya da.
Fırçaların kimi zaman yoğun kimi zaman gevşek, bazen kalın ve sert, bazen akışkan halleri malzemenin bizzat kendisinin, görünmeyen bir şeyi ortaya çıkarma isteğindendir. Bu ne pastoral bir manzara ne de bir savaş sahnesinin tasviridir. Bu ancak malzemenin kendinden dışarı taşırdığı bir duygulanım anıdır. Bütün bu parçalanmalar, dağılmalar ve yoğunlaşmalar; lekeler, dokular, kuytuluklar arasında bütüncül bir armoniye ulaşma isteğindendir.
Bütün bu yoğunluk, kalabalık ve çatışma içinde tuval adeta bir huzur anına erir. Doğal dünyaya neredeyse hiç atıfta bulunmayan tuval, üst üste binen bütün bu amorf karmaşa içinde cesur darbeler, sayısız renk elemanı olgun ve dingin bir huzura varır. Renkler bizi yaşama ve duyguya çağırarak, sonsuz bir düşün içine hapseder. Maddi dünyanın bütün elemanlarını tuvalden boşaltan ressam üzerinde sınırsız düş kurabileceğimiz bir uzaya eriştirir. Pessoa’nın deyimiyle; ‘’iyi bir düşçü asla uyanmak istemez.’’ der gibi
Wenda Koyuncu
Söyleşi: Sibel Sicimoğlu
Sevgili okur, yirmi beş yıldan uzun süredir sanatın resim disipliniyle kendini ifade eden, yapıtlarıyla sanatseverlere düşleme, düşünme teklifi getiren, pek çok kez solo ve karma sergilerle sanat mekânlarında yer alan Sevgili Tülin Kaynak’la söyleşimize hoş geldiniz.
- Tülin Hanım, yeniden merhabalar; Sizi çalışmak çok keyifliydi, akıcı, heyecan verici bir yaşam, özgün, keşfe davet eder nitelikte güzel işler… Satır aralarında saklı heyecanlarınız, hüznünüz, sevinçleriniz ve çok daha ötesi . Bu noktaya geleceğim ama şimdi şöyle başlayalım: Wenda Koyuncu şöyle yazmış sizin resimlerinizi okurken: “Resmin nasıl gelişeceğini, neyi anlatacağını önceden kestirmenin imkansız olduğu hissini veren sanatçı lirik anlatımı kendiliğinden açığa çıkarmaktadır. Bu sebeple resimlerinde spontan ve yaratıcı etkiler açık bir şekilde yakalanabilmektedir.” Bu saptamadan yola çıkalım Yaratıcı Sanat sizce nedir? Yaratım süreci nasıl işler? Picasso’nun dediği gibi “içinde zeka olan yaratım mıdır?”
Yaratmak yoktan var etmek diye düşünüyorum. Yaratıcı sanat ise olmayanı sanat yoluyla ortaya koymak… Ancak, son sergimin adı olan ‘Derinlikler’de şunu söylemek istedim: İçimizde var olanı sanat yoluyla ortaya koyuyoruz. Bu yaratmak mı? Yoktan var etmek mümkün değil insan için. Yaratmak sözünün fazla rahat kullanıldığını düşünüyorum. Buna var olanı ortaya çıkarmak diyelim mi? Bu bir süreç içinde gerçekleşiyor. İnsanın beynini zorlayarak içindekileri ortaya koyması. Evet, bu bir süreçtir ama senelerin birikiminin ortaya çıkması. Derinlere cesaretle inmek ve var olan fakat gözükmeyeni ortaya çıkarabilmek. Renkle, duyguyla yaşanmışlıkları ortaya koyarak. Ben genetiğimizde tüm yaşanmışlıkların bilgi birikimi olarak bulunduğuna inanıyorum. Picasso zekadan bahsediyor. Zekâ; öğrenmek, öğrenmekten yararlanabilmek, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulma yeteneğidir. Zekâ söz konusu olduğunda öğrenme davranışı da devreye girdiği için yaratımdan bahsedilebilir mi? Bilgilerden yararlanmak yaratım olabilir mi? Yeni durumlara uyabilme ve çözüm yollarını buna dayanarak bulmak yaratım olabilir mi? Bizler / en azından kendi adıma içimizde var olanı ortaya koymaya çalışıyoruz. Bugünkü anlayış ile yaratıcılık evrene aittir kanımca.
- Peki, var olanı ortaya koymak diyelim; bu süreçte de bağımsız / özgür olmak istiyorsunuz. Sanat eğitimi alırken Hocanız Mehmet Güleryüz ile özgürlük anlayışınıza dair bir anınız var. Dilerseniz bu anınızdan da söz edersiniz fakat şu var; izleyiciden de yapıtlarınızı izlerken sizinkine benzer bir özgürlük anlayışı talebiniz olabilir mi? Yoksa kendiliğinden mi oluşuyor bu ortak anlayış? Zira siz NY, Paris, Tokyo hatta Pakistan / Lyallpur gibi kentlerde sergiler açmış farklı izleyici algılarının beğenisini kazanmış, eleştirmenlerin ilgisini çekmiş, bir manada sanatın evrensel dilini yakalamış bir sanatçısınız. Şu özgürlük meselesini azıcık açalım ne dersiniz?
Hayatımız gelenekler, kurallar, kanunlar bütünü ve düzen ile sınırlı. Özgürlüğü sınırsızlık anlamında aldığımız zaman “bence” bu ancak soyut sanatla mümkün olabiliyor. Soyut sanatla yaptığınız eserde engelleme yok fakat özgürlük var. Örneğin resimlerimde isim yoktur. İzleyiciyi bütünüyle düşünsel olarak serbest bırakmaktan yanayım. Resimde ne görüyorsa odur. Hepimiz farklı yapılardayız. yönlendirme yapmak, özgürlüğü kısıtlar. Resimlerimin hayale ve düşünceye yol açtığı kanısındayım. Hiçbir şey insanın hayal gücü kadar özgür değildir. Einstein’ın bir deyişini severim: ‘Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür. Hayal gücü ise her yere.’ Hayatımızda yeterince mantık olduğundan sanatla bu tür kalıplardan çıkmanın güzel olduğu düşüncesindeyim. Ve derine inişe özgürlük yardım ediyor.
- Başkaca sanat disiplinlerinde de örneğin mozaik sanatı; yapıtlarınız olduğunu biliyorum. Üstelik sizin eserinizle pek çok kez karşılaşmış ancak size ait olduğunu bilmeyenlerin olduğunu / olabileceğini de biliyorum. Bahsedelim mi?
Mozaikte konu belirlenir daha sonra yapım aşaması olur. Resim ve mozaik eserlerimde taklit yoktur. Esinlenmenin de olmadığı kanısındayım. 2011 yılında mozaik çalışmalarım yoğun oldu. Ancak dilediğim malzemeyi bulabilmek için tüm şehri dolaşıp doğal taşlar aradım. Çok az sayıda kalmış ayna ustası bulup renkli camlar arkasına sır döktürttüm. Ve granitle de çalıştım. 2013 yılında Uluslararası Gaziantep Mozaik yarışmasına katılıp 2. lik ödülü aldım. 2014 yılında İstanbul Selamiçeşme Özgürlük Parkı ana kapısına 2 x 5 m. mozaik duvar enstalasyonunu yaptım. Kadıköy Belediye başkanı tarafından açılışı yapılan yapıtım halen kullanılmakta. Kapı tümüyle doğal taşlardan yapılmıştır. Yine soyut çalıştığım eserlerden oluşan mozaiklerimi sipariş üzerine yapıyorum.
- Ne kadar değerli çalışmalar, nasıl adanmış bir yaşam. Bilelim istiyorum Tülin Hanım, hayatımıza anlam katan başkaca işlerinizi de. UNICEF’den dem vuralım mı biraz? Bağışlarınızı dile getirelim, o anlardaki heyecanlarınızı, coşkunuzu dinleyelim sizden, bizlerin de kalbine bu güzelim tohumlar serpilsin, hadi!
Hapishanelerdeki mahkum kadınlarla birlikte kalan çocuklarına çok üzülüyordum. 4 sene önce İlgili derneklerini buldum. Hapishane içinde Ana Okulu yapılıyormuş. Çocuklarsa dış dünyayı görmedikleri için figüratif resimlerin hapishane dışı yaşama gönderme yaparak onları üzebileceğini düşünerek hayal güçlerini özgürce kullanabilmeleri umuduyla kimi çalışmalarımdan/resimlerimden gönderdim. Devlet çocuk yuvalarına da yine bu düşünce ile gönderdiğim resimlerim var. Çeşme Alper Çizgenakat Devlet Hastahanesinin giriş holüne 5 m. lik bir resim yaptım. Hastahane çocuk servisine onlara moral verebileceğimi düşündüğüm resimlerimi verdim. Unicef yararına 2017 yılında Taksim Cumhuriyet Galerisinde kişisel sergim oldu. Resim satışından ücret almadım. Bu böyle gidebilir. Fakat bunları söylemek bana zor geliyor. Gizli olunca güzel… Çocukluğumdan beri empati kurarak yaşarım.
- Tüm bu yaptıklarınız okununca / bilinince belki başka genç sanat insanlarına da moral verir. Belki yol açar bu yüzden bilinmesi değerli. Peki, bir başka konuya geçelim; sanat ve izleyici. İzleyiciden bir beklentiniz var mı? Örneğin hayal etmelerini mi bekliyorsunuz? Yoksa Seramik üstadı Prof. Güngör Güner Hocamızın benzeri bir soruma verdiği cevap gibi “Bunca yokluğun olduğu bu coğrafyada izleyiciden hiçbir şey beklemiyorum” demişti. Siz bu konuda ne noktadasınız? Ve soru içinde soru olsun; genel olarak Türkiye’deki sanat izleyicisi ile özel olarak koleksiyonerlerinizle ilişkilerinizi nasıl besliyorsunuz?
İzleyiciden nasıl beklentim olabilir. Resimlerim onlara hayal kurdursun, umut versin ve minik mutlu anlar yaşatsın bu en güzeli… Kişilikler farklı izleyici ister düşünsün ister hayal kursun… Hayal kurmak da düşünce ile mümkün olmuyor mu? İsteğimiz özgürlük olunca resme bakan izleyiciyi şartlandırmamak gerek diye düşünüyorum. Hocamızın düşüncesinde doğruluk payı var. Halkımızın çoğu yokluklar içinde.. Ortamlarından kısa bir süre için bile olsa çıkarmak sanatçı için önemli. Acılar zaten var ben minik mutlu anlar yaratmak ve bir süre için bile olsa onların farklı bir dünyaya girmelerini sağlamak amacındayım. Sanat izleyicisi ve koleksiyonerler ile ilişkim sosyal medya ve sergiler vasıtası ile oluyor. İlgilenenler benim çalışmalarımı bu ortamlarda izliyor. Dünyada işleyen bir sanat düzeni var. Çeşitli gruplar tarafından yönlendiriliyor. İçine girmek her sanatçı için kolay değil. Resim yapmak benim hayatım. Umut hepimizin içinde…
- “Umut hepimizin içinde”. Peki umudu düşman bellemek pek de mümkün değil bizim coğrafyamızda. Şimdi nasıl olmalı da ‘umut garibin ekmeği’ ezberi büsbütün bozulmalı. Umut aksiyon sürecinin bir parçası olabilmeli; şunu kastediyorum. Sanatta finans ve zaman, sanatçı / genç sanatçı bu ikisini yönetebilmeyi nerede öğrenebilir. Nasıl davranırsa bu ikisini, finansı ve zamanı kontrol de ederek bağımsızlığına / görece dahi olsa sahip çıkabilir. Şunun için çok önemsiyorum cevabınızı; Akademiden mezun olmak sanatçı aday adayı olduğunuza delalet, süreç uzun, zorlu ve muazzam donanım ve alt yapı gerektiriyor. Saydığım iki unsurun kontrol edilebilmesi hayatlarını kolaylaştırır. Kolaylaşmalı mı? Neden olmasın! Evet, Sanatta Finans ve Zaman yönetimi, neler söylemek istersiniz Tülin Hanım?
Finans ve zamanı kontrol etmek kişilerin öncelik sırasına göre değişir. Toplu bir formül çıkarmak mümkün değil. Karakterlerin farklı oluşu ile bu farklılık gösterir. İnsanların severek yapacakları iş için nelerden vazgeçeceklerine bağlıdır.
- Söyleşimizin sonuna yaklaşıyoruz. İki sanat insanı, Emre Zeytinoğlu ve Wenda Koyuncu birbirlerinden bağımsız olarak sizinle ilgili yazarken ortak bir betimleme kullanmışlar. Kandinsky ile Schönberg’in mektuplaşmalarından alıntıyla “derine, derine daha derine”. Siz kendisiyle cesaretle yüzleşebilenlerden, kendine yolculuğu sevenlerdensiniz öyle anlaşılıyor. Son söz olarak neler söylemek istersiniz?
Yolculuğum bitmedi. Sürüyor. Gidebildiğim yere kadar. Çok teşekkür ederim. Sizinle sohbet çok güzeldi.
- Tülin Hanım söyleşimizi büyük keyifle sürdürdük ve sonlandırdık. Zaman ayırdığınız, derinlikli yanıtlarla sizi tanımamıza alan açtığınız için biz teşekkür ederiz.